31 Mayıs 2015 Pazar

NİHAVENT AYAK İZLERİ
Bir ege türküsü gibi sökerdi yüreğimden hüznü gözlerin. Kırık dökük bir şarkı gibi girdin hayatıma. Bir ara şen şakrak fasıl, sonra hüzün. Turuncu bir hüzzama müebbet kıldın yüreğimi. Saftım. Hatırladın mı? Babası kirli kasket, yamalı ceket giyen o saf çocuğu.(şimdi daha iyi anlıyorum seni yazmanın yaşamaktan acı ve zor olduğunu...) Kırık bir plağın serpiştirdiği hatıra yüklü cızırtı, gözlerinin yüreğime değdiği anı ne güzel anlatırdı tenha zamanlarda... (nihavent ayak izleri/ teyzemin radyosu)i.e
GÖKKUŞAĞI RÜYASI
Gökkuşağından dün bir gül düştü rüyama. Yitirilmiş bir ülkenin son nişanesi. Tufandan önce gemiye bırakılmış bir yankıydı sanki. Gülün yaprakları birden büyümeye başladı. Önce lacivert bir benek zannedilen leke, sonra içinden nehirler geçen bir yankıya dönüştü. Ozanların dillerini çözüp gönüllerini açan, Hızır’ın elinden içilen iksir gibi o yankıyı içtim. Hiç bilmediğim harfleri okumaya başladım. Sesim bir deprem arifesiydi. “Gözlerimin saçaklarından, eteğimin ucundan, topuklarımdan seni böyle yollara düşürüp toz eyleyen neydi? Bir şehri sesiyle kuşatıp neşesiyle infilak ettiren neydi?”
(gökkuşağı rüyası/ teyzemin radyosu)i.e
ÂRAFTA KALAN YIRTIK GÖMLEK
1
Aklına uçurum düştü. Parmaklarının arasından mavi gök akıyordu. Yön duygusundan, aşağıdan ve yukarıdan yoksun bir düşüştü bu. Ellerini yana açtı. Kendini yardan atanlar adına sitem yüklüydü uçurumlara. Ve uçurum aklına kendini atmıştı şimdi. Gönlünce süzüldü bir zaman. Pervanenin ateş etrafında dolaşırken duyduğu huzur sindi içine. Oturduğu banka sırtını dayadı. Denizin içinde bir yol gibi uzanan iskeleye, açıktan geçen büyük yolcu gemisinin geçişini gösteren dalgalara baktı. (ârafta kalan yırtık gömlek/ teyzemin radyosu) i.e
ŞAİR MASALI
Evvel zaman yokken, söz başa taç, anlam padişah iken. Uzaklık kalbe darmış. Böyle uzak ülkelerin birinde bir padişah yaşarmış. Halkı gibi mutlu ve memnun yaşarken altın sarayında padişah, serpilmekteymiş kızı bir çiçek gibi. On dördüne varmadan sönük kalmış ayın on dördü yanında. On altısında dillere destanmış İlham Hatun. Halkın arasında bir laf söylenir olmuş. Padişahın Allah’a böyle içten yalvarması, ülkeyi adaletle yönetmesi Allah’ın hoşuna gitmiş. Onu dünyada ödüllendirip yıllardır olmayan evladı yerine kız suretinde bir peri göndermiş diye...
teyzemin radyosu/i.e
İSTASYONDA BİR ŞİİR
Yetmiş altının yazıydı.
Yerler ıslak, gri kare taşların arasında kalan suyun üzerinde turuncu gün izi. Rugan ayakkabının üzerine inmesiyle turuncu iz beyaz patlamalara dönüşüyor. Damla, ayakkabının yere inmesiyle yükseliyor. Şeffaf bir küre; içine topluyor doğan günle birlikte istasyonda başlayan sabahı. Camdan bir fanus ya da cam bir bilye, raylar üzerinde tren silueti boşluk kalmış, salkım söğüt, çınar, dut ağaçlarının yaprakları arasında, hepsi bu küçük kürede eğilip bükülmüş. Damla havada süzülürken yerden yükselen ışığın yansıması, doğan güneş, ışıktan denizde kamaşıyor. ( teyzemin radyosu/i.e)
K A P I
Gürül gürül bir ırmağın yazı olup kâğıda akacağını düşünüp de kaleme sarılışınız olur ya, sonra ırmağın kaynağını koca bir kaya tıkar ya da boğazınıza büyük bir çalı takılır. İşte öyle bir sızı, bizim kapının bende bıraktığı iz.
Yapılışını ben hatırlamıyorum. Sıradan bir hızardan geçip beşer parçalık iki metre uzunluğundaki tahtalardan oluşan iki kanatlı kapıydı. ( teyzemin radyosu/i.e)
BAKKAL
Siyah beyaz bir fotoğraf, düğün fotoğraflarının arasından düşüverdi yeni yuvanın ortasına. Tebessüm, tombul yanaklarında kırk yıllık konaklı gibi yerleşik duruyor. Şimdi hatırlıyor, sonradan anasının giydiremediği kazakları çocukluğunda üstünden çıkarttırmadığını. Ellerini beline koyup efelenerek poz vermesine dayılarına olan özenti sebep olmalı. ( teyzemin radyosu/i.e)
SAĞIR KAYA
Doksan sekizin Eylülünde 263. dönem asker öğretmen olarak Bitlis’e atandım. Ankara’nın doğusunu televizyondan veya oralarda çalışmış öğretmen arkadaşların anlattıklarından biliyordum. O günlerde bu günkü gibi olmasa da terör olayları vardı. Gittiğim yer, Yolalan mevkiinde öğretmenlerin şehit edildiği yerdi. ( teyzemin radyosu/i.e)
KARTAL YUVASI
Çocuk yine aynı oyunu oynuyordu. Yüzüne büyük adam resmini takındı. Önündeki sürgünlere en gaddar bakışıyla baktı. “Ulan siz bir de…”
Anaların bir kere çocuk doğurup ömür boyu hüzünlere gebe kalmalarını anlayabilirdi. Seni son kez görüyorum, belki bir daha görmem diyen gözlerinin anlamlı bakışını anlayamadı. ( teyzemin radyosu/i.e)
YANSIMA
"Kalbim seni kaç dağa dağıtmalı bilmem ki?/ Her dağın çiçeğinde unutursun kendini"
"KIYAFETİNİZİ DÜZELTİNİZ" yazısının altında yer alan saçlarını düzeltti. Zorlu geçen bir minibüs yolculuğunun tozlu izlerini parmaklarıyla silkeledi. Alnına düsen perçemlerini arkaya attı. Gözlerine baktı. Kimin kime baktığı, kimin gerçek kimin yansıma olduğu bilinmez oldu? ( teyzemin radyosu/i.e)
N A Z İ K
Göç zamanı çadırlar sökülürken, anaların da yüreğinin direği sökülürmüş. Annem de çamaşırlarımı, çadırın direğini söker gibi yavaşça çantama yerleştirdi. "On beş yıl oldu. Kalp göynüse alışıyor da göz alışmıyor. Bakma sen gözlerime!" Konuyu değiştirip konu komşuyu sordum. "Komşumuz Fatma ebe vardı ya, seni çok severdi. İzmir de çocuklarının yanında öldü.( teyzemin radyosu/i.e)
CEYLANI VURDULAR
Hiç böyle bilmezdim çınar ağaçlarını. Geçerken yanından serinliği sinerdi içime. Bazen hain bir avcıdan kaçarken ululuğuna sığınırdım. Yeşil bir dağ gibi zirvelerden elini indirip gererdi önüme. ( teyzemin radyosu/i.e)
SİNEK
Sinek ışığa uçtu. Ses ve koku ışığa yaklaştıkça arttı. Yüce dağın en zayıf noktasında bir mağara; yiğit bir sineye saplanmış ok izine benziyordu. Işık, ses ve koku arttıkça sineğin kanatları hızlandı. Mağaraya yaklaştıkça ziyafetin güzelliği sineğin başını döndürdü. İçeride bir sofra kurulmuş, bütün leş yiyenler etrafında. Sineği asıl şaşırtan sofranın başköşesinde bir insanın oturuyor olması. ( teyzemin radyosu/i.e)
Aile
I
Anne, baba ve çocuklar vitrin camındalar. Işıkların altında bütün albenisiyle pespembe bağıran oyuncaklara cıvıl cıvıl bakıyor kızlar. Büyüğü sımsıkı tuttuğu annesinin elini çekiştiriyor. Mağazadan içeri girmek için ortancanın kimseyi dinlediği yok neredeyse kapıyı bulmuş. ( teyzemin radyosu/i.e)
G Ö Ç E R
Yirmi üç numaralı bilet elimde. Afyon soğuğunun adamı tokatlayan keskinliğinde, geç kalan otobüsün gelmesini bekliyorum. Yıllardır, yolların ve yolculukların hayatımda bu kadar çok yer bulması içimi burkuyor. Göçebe yaşamaktan dahası göçmekten bıktığımı hissediyorum, iliklerime işleyen soğuk gibi hissediyorum bunu. Ilık bir liman hayali yelkenler fora diyor bu kar boranda. Ellerimi ovuşturmaya devam ediyorum. ( teyzemin radyosu/i.e)
O
Aynada kendine yeniden baktı. Saçlarında başörtüsünden kalan gereksiz dalgalanma izini fırçayla düzeltmeye çalıştı. Beğenmedi. Bir kuaföre gitmeli diye düşündü. Herhangi bir zamanda iki görevlimiz sizi evinizde ziyaret edebilir demişlerdi. Komşusu Fatma Teyze’nin torunu da oraya girmişti. ( teyzemin radyosu/i.e)
AKIŞ
Gözlerini kapadı. Sandalın küreklerini bıraktı. Ellerini yana saldı. Nehrin yavaş akıntısında boşlukta süzülüyormuş gibi salınan sandalının ucuna usulca başını yasladı. Gökyüzünün maviliğine parça parça beyazlık düşen bulutlar içine süzülüyor. Derinlerde, bir kemanın ses izine takılmış balık, kelebek kanadına binmiş o şarkıyı arıyor. ( teyzemin radyosu/i.e)
GÜMÜŞ KIZ
Yarısına kadar kül olmuş sigarasından gözlerinin rengi gibi beyaza yakın mavi dumanlar çıkıyordu. Beyaz ve gür kaşları ona daha olgun bir hava veriyordu. Hafiften “Denize dalayım mı bir balık olayım mı” diye biraz ötede kuyruksallayan sardalye, kefal ya da lüfere pisipisi der gibi mırıldanıyordu. ( teyzemin radyosu/i.e)
KIRMIZI DUT
Ulu Caminin avlusuna ulu çınarların yakıştığını sonradan öğrendim. Haziran başı gibi yaprakların altında mordan bordoya rengârenk doldururlardı dut ağacını. Cami cemaati hiç heder etmezdi yere düşenleri. Öğle ve ikindi, namaz öncesi ve sonrası bir tepside kapı kenarına konur, cemaate ikram edilirdi. Sabah dışında diğer vakitlerde camide olurduk. ( teyzemin radyosu/i.e)
HASTA
Bu beton yığınında, oldukça iğreti ve ürkek duran kırmızı çiçeğin yapraklarındaydı gözlerim. Sonra pencereye, oradan da denize koştum. Birazdan tanımsız hüzünler durağı gözlerime, bir pırıltı düştü. Arkadaşım koridorun başında gözüktü. Sağ ayağını sarmışlar, hafif aksayarak yürüyordu.( teyzemin radyosu/i.e)
BİR ÇİÇEK ÖLÜMÜ
Aldanmasın sana günlük deyişime güneş. Benim yazdıklarım- ya da yaşadıklarım- onun bildiği günde olmadı. Güneş şunu bilmeli ki günlerimizin tek ortak yanı ateşimizdir. Bu anlamda sen aslında bir küllüksün. Küllerimden tüten dumana baktığında anlarsın ki ben İbrahim’im sen küllük.
( teyzemin radyosu/i.e)
EMANET MİSAFİR
Daha önce geldiği bu yeri tanımıştı. Kavşağın ortasında duruyordu. Mevsim çiçekleriyle süslenen alan şimdi turuncu sonbahara teslim olmuş. Biraz önce yoğun şekilde devam eden yağmur dinmişti. Saçlarından alnına oradan gözyaşı yoluna süzülen damlaları hissetti. Sırtı denize dönüktü. ( teyzemin radyosu/i.e)
HUZUR EVİ
- Emine Hanım! Çay çok güzel olmuş.
Yağmur damlalarının camdan süzülüşünü izledi yarı oturur vaziyette. Bir buğu yükseldi ince kıvrımlarla havaya. Evlerinin bahçesine benzeyen avluyu gördüğü bu köşeyi, çok severdi. ( teyzemin radyosu/i.e)
BUĞU
Sıcaktı. Çölün kum taneleri ateşten kor olmuş tendeki serinliği yakıyordu. Ateş olmuş havayı soluklayan askerin alnından sızan terle karıştım. Sıcaktı. Ayrıldık. Ben kirpiklerindeydim ayrılmadan az önce. Karakaşın altında hasretin, hüznün kalbine saplanan bu simsiyah ok, siper etmişti kendini, elâ denize düşmeyeyim diye. ( teyzemin radyosu/i.e)
BEHİYE
“İnsan yaşlandıkça sıla büyüyor içinde” dediğini duydu kadının. Anneannesine yürüyen adımlarının arasına hüzün, ayrılık ve helallik karıştı. Rahmetli dedesinin yerine bir düğüne katılma minnet yükünü alarak eve döndü. Bir köy düğününde dalgın gözler bir okucuya (davetli) yakışmazdı. ( teyzemin radyosu/i.e)
KUŞ ÇEŞMESİ
Benim babam umut hamalı, umut yorgunu benim babam, umut bahçesi her dem yemyeşil… Yine gözleri parlıyor."Hadi gel seni gezdiren" dedi. "Tilkiliği geçip Gavurgediği'ne varırken bir ılıca vardı ya işte ora ( teyzemin radyosu/i.e)
SİBİRYA
Arpa tozu genzini yaktı. Yine de arkadaşlarıyla açtığı bu tünelden emekleyerek oyununa devam etmekten kendini alamadı. Alnından sızan ter yer yer kurumuş, kuruyan yerlerde tozdan ve kirden bir iz bırakmış. Harman yerine öbek öbek yığılmış bu arpa buğday yığınları, düven ya da patozla saman olana dek devam ederdi bu oyun. Emekleyerek ilerlediği tünelin sonuna az kalmıştı.( teyzemin radyosu/i.e)
TEYZEMİN RADYOSU
O gün ne kadar şaşırmıştın, hatırladın mı? İlk kez metroya bindiğimiz gün. Neredeyse nefesi nefesine çarpan insanlar; uçurumlara bakar gibi boşluğa asmışlardı bakışlarını. Kulaklarında kulaklıkları, ellerinde telefonları her biri ayrı bir gezegen, kalabalık içinde tenha sığınaklarını giyinmişler üzerine öyle sakin öyle umarsız. ( teyzemin radyosu/i.e)
https://www.youtube.com/watch?v=QPvxCDL4gj8
https://www.youtube.com/watch?v=iuvixxke4Y0
http://www.asanatlar.com/ibrahim-eyibilir-ile-soylesi/
http://www.defterk.biz/…/kiraat-…/teyzemin-radyosu/1452.html
http://www.dunyabizim.com/…/yazma-sebebini-cogaltti-o-dost-…
http://www.edebistan.com/…/ibrahim-eyibilirle-soyl…/2015/01/
http://www.yeniasya.com.tr/kultur-s…/teyzemin-radyosu_176442
http://www.adiyamandabugun.com/bir-demet-kitap-2.html
http://haber.star.com.tr/…/teyzemin-radyosunda…/haber-895099
— istanbul'da.

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Fazla fedakârlık, fazla vefasızlık getirir.
Eliot

İÇİNDEN ÇOCUKLUĞUMUN GEÇTİĞİ DERGİLER
Bozkır; içinde tenha bir anlam gezdirir benim için. Sürgün için her şeyin ücrasında bir köy; sağ’a sol’a savrulmuş ergen öfkelerin mecburi sığınağı. Jules Verne tanıdığım ilk yazardı. Penceresinin önünden ayrılmamıştım. Beni bakkala göndersin, evden ekmek-katmer istesin, bir şeklide eve gireyim masada duran kitaplara öyle mahzun bakayım, o kitaplardan birini bana nasıl olsa verirdi. Verdi de. “Deniz Altında Yirmi Bin Fersah” bir nefeste içer gibi okudum. Kitabı geri götürürken yanına köy yumurtası, peynir bir de katmer ekledim. Bunun böyle süreceğini düşünmüştüm. Yanılmışım. Mandalina bile ancak hastası olan eve siparişle gelirdi köyümüze, bir gün sınıfımıza muz geldi. O muzla beraber bize yedirmeye çalıştığı kini fark etmemiştim. Lise yıllarımda okuduğum köy romanlarında sanki hayal bir kişilik gibi anlatılan karakteri bir gerçek olarak yaşamıştım. “ Evet, çocuklar şimdi Allah’tan üzüm isteyin bakalım… Pekii,  şimdi de benden isteyin!” Artık pencere önüne gitmedim. Ama o bendeki açlığı görmüştü. Gökyüzüne dokunmak için tepeye çıktığımı ama hoplamama rağmen dokunamadığımı anlattığımda ne gülmüştü… Aynı günün akşamı istersem beni kardeşiyle okutabileceğini söylemişti. Korktum. Kuran kursuna sığındım. Camii bahçesine girecek kadar peşimden gelse de sonra vazgeçti. Bir daha görmedim. Benim de çocuk dergileriyle tanışmam orada başladı.
Kuran kursu sadece kuran okumayı öğrendiğim bir yer değildi. İlk kez köyden çıkmış, kitaplardaki kahramanların yaşadığı bir şehre gelmiştim. Kuran, siyer ve ilgili ders kitapları yetmiyordu. O yüzden sanırım, sayfa kenarlarındaki boşluklar hep karalama ve çizgi karakter denemeleriyle doluydu. İlk ayın sonunda Diyanet Çocuk Dergisi geldi. Bu bir nefes olmuştu. Çizgi romanlardan başlıyordum ilkin sonra boyama, bulmaca derken yazılara geliyordu sıra. Ahmet Efe, o yıllardan ben de kalan isim; şiir ve hikâyeleri yayınlanırdı. Birkaç ay idare etti böyle. Şimdi yeni ve farklı şeyler aramaya başlamıştım. İkili sıra halinde merkez câmiye cuma namazına giderdik. Sela ile ezan arasındaki yarım saatlik boşlukta yeni ve farklı şeyler arayışıma bir çare buldum. Bu çare aslında benim " yasak " okumalarımın ilkiydi. Caminin avlusundan görünen gazete bayine gidip kaşla göz arasında çocuk dergisi alma planı yaptım. O zamanın önemli gazetelerinden Tercüman Gazetesinin çıkardığı Tercüman Çocuk Dergisi ikinci dergim oldu. Ama kursta diyanetten farklı bir şey okumak yasaktı. Bayiden aldığım dergiyi alel acele gömleğin içine koyup düğmeler kapatılır, hemen cuma namazına koşulurdu. Bu ayaküstü zuladan başka kursta da kimseye göstermeden okumalı ve yeni bir zula bulmalıydım. Buldum da; yattığım ranza ile döşeğin arası yasaklarıma zula oldu. Çizgi romanların üzerimde etkisi büyüktü. Fıtrat nedir sorusundan çok önce cevabı yaşamak varmış, buna nasip de denebilir. Tarzan gibi çizgi filmler de aklımdan çıkmazken fıtratımı titreten o çizgi filmi unutamıyorum. Evrim Teorisini bir kanun gibi anlatan, denizde başlayıp, balık, maymun derken insana dönüşen hikâye... İkinci dergiyle maceram bu sebepten kısa sürdü. Hevesle açtığım ikinci sayfasında o maymunu ve teorisini gördüm. Bir şey bildiğimden değil herkese bahşedilen o fıtratın sesinden bıraktım ikinciyi. Yerine bir şey koymalıydım. Sela ile ezan arası yeni keşfim Örümcek Adam oldu. Ranza döşek arası zulam hepten kabarmıştı artık. Ders kitaplarının kenarları tuhaf tipler ve desenlerle dolmaya devam etti. Hatta sıranın üzerine taştığı da oluyordu. Her hafta cuma namazı yeni bir keşfim oluyordu. Üçüncü dergim, Türkiye Çocuk Dergisi oldu. Bu diğer ikisine göre bende etkisi daha büyük olan bir dergi. Gürbüz Azak ismi ve çizgisi daha dün gibi aklımda, "bora" ve " feza" kelimeleri o dergiden girdi sözlüğüme.
Önce kuran okumayı öğrenip sonra da hafız olmam düşünülüyordu. Bunca yasak ve kaçak okumanın arasında hafızlık güzelliği de gitmişti tabii… İkinci yılın sonunda köyüme dönerken yatağın altından çuval dolusu dergi, çizgi roman çıktı. İmam-Hatip Lisesine gidecektim şimdi ve gene yatılı olacaktım. Kaldığım yurdun kütüphanesi vardı. Köyümde pencerenin önünde bekleyip kitap alan mahzun bakışlarım burada da kütüphane sorumluluğunu almıştı. Hidayet romanları, tarihi romanlar kapımı tıklatsa da aklım o bayideki çocuk dergilerindeydi. Sınıftaki arkadaşlarımdan iki yaş büyük olmam beni yalnızlığa ve kitaplara itiyordu. Kaldığım yurttaki ağabeylerim okuldaki hocalarım hepsinin bir listesi ve yasakları vardı, benim de yasak dedikleri ne varsa saklayacak bir zulam… Can Kardeş çocukluğumla ergenliğim arasında son dergiydi diyebilirim. Niyazi Birinci (Yavuz Bahadıroğlu) her hafta ne güzel hikâyeler yazardı. Bazen derginin kapanmaması için içli yazılar yazardı. İnanırdım, ağlayacak gibi olurdum, çocukluk işte… Bir süre temsilciliğini de yaptığım bu dergi bir okuldu aynı zamanda. İçinde okurlardan gelen ürünlere yer verirdi. Çizmek için çini mürekkebi gerekliymiş ama benim okuduğum kasabanın tek kırtasiyesinde yoktu. Yine kitap kenarlarına çizmeye devam ettim. İbrahim Özdabak’ın Özal karikatürlerinden birinin taklidini çizdiğim Arapça kitabını gören Sıddık Hoca’nın çizgi üzerine verdiği kısa vaaz ile çizerlik maceram başlamadan bitti. O yıllarda o okulda başlayıp günümüze gelen önemli iki çizer var; biri Demirhan Kadıoğlu diğeri Dağıstan Çetinkaya. Aradan yıllar geçip aile babası olup ekran karşısında Formula yarışı seyrederken buluyorum kendimi. “Demir Maske” adlı bir çizgi serisi vardı Can Kardeş’in; yüzünü bir yarışta kaybeden o yüzden maske takan araba yarışçısının maceraları. Formula yarışları şifreli oldu da bıraktım izlemeyi.
Şimdi hangi gazete bayisinin önünden geçsem gözüm çocuk dergilerine takılıyor. Kızlarıma her ay birkaç tane farklı dergi almaya çalışıyorum. Benim çocukluğuma göre daha iyi imkânları sahip olduklarını düşündüğüm günümüz çocuk dergilerinde eksik bir şeyler var sanki. İçlerinde mutlaka iyi ve samimi niyetlerin ürünü olanlar var ancak bir plastik kokusu, bir pazarlama, eline bir oyuncak tutuşturma telaşı, iyi ve samimileri de gölgeliyor. Çocuklar için bir şeyler yapmayı ideolojisinin ya da imanının gereği olarak yapanlarla günümüz “piyasasına” ürün sunanlar arasındaki fark –buna uçurum demek daha doğru sanırım- o kadar büyük ki…
İbrahim Eyibilir
Yollar eskiden dostta çıkardı... Şimdi " yol ayrımı " diye bişey icad etmişler, yollar hep ayrılığa çıkıyor...
"... Hayata beraber başladığımız, Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; Gittikçe artıyor yalnızlığımız." Cahit Sıtkı


21 Mayıs 2015 Perşembe


http://www.asanatlar.com/ibrahim-eyibilir-ile-soylesi/


http://www.asanatlar.com/ibrahim-eyibilir-ile-soylesi/ Asanatlar adına bu konuşmayı gerçekleştiren Sündüs Arslan Akça Hanım'a buna vesile olan değerli yazar Teodora Doni Hanım'a ve eşi kıymetli şair Sıtkı Caney Bey'e çok teşekkür ederim. Asanatlara başarılar dilerim. İ.e

11 Mayıs 2015 Pazartesi

5 Mayıs 2015 Salı

"Ustam her şey külleniyor sanıyorsun. İşine, eşine alışıyorsun hatta müşterine bile… Her şey bir alışkanlık atına binmiş gidiyor sanırken bazen film kopuyor bardaklar düşüyor tepsiden. Sadık Abi kıvranmaya başladı." (Ölünün Yeri) 
 Yedi İklim'in Mayıs sayısında içinden çay ve çaycının geçtiği bir hikaye...

 FOTOĞRAF HİKAYESİ 35 (yedi iklimde ve bir ortak kitap çalışmasında yayınlanan yazı i.e) 1984’TE ZORBA VE DİL             Bin dokuz yüz do...