13 Nisan 2015 Pazartesi


http://www.edebistan.com/index.php/ibrahimeyibilir/akis/2012/10/ (akış da edebistanda yayınlanmıştı)
AKIŞ
Gözlerini kapadı. Sandalın küreklerini bıraktı. Ellerini yana saldı. Nehrin yavaş akıntısında boşlukta süzülüyormuş gibi salınan sandalının ucuna usulca başını yasladı. Gökyüzünün maviliğine parça parça beyazlık düşen bulutlar içine süzülüyor. Derinlerde, bir kemanın ses izine takılmış balık, kelebek kanadına binmiş o şarkıyı arıyor. Parmak uçlarında suyun serinliği, parmaklarından önce nehre düşmüş bir çift salkım söğüdün yaprakları geziniyor sandalı. Yüzünü okşayıp geçen bu salkım söğüt yaprağı, yeşile boyuyor içine akan gökyüzünün mavisini, bulutlar kenara çekilip hale oluyor. Yeşil tüm tonlarını yamaçlardaki ağaçlardan derip nehre buket yapmış. Kıyıda kalan papatya, gelincik bam telinden ödünç alınmış bir yasın hışırtısını salmış yele.  Nefesine heyecanı yansımasın diye yarı tebessüm bakıyor söğüdün dallarına. Dallarından çocukluğu, geçmişi dolmasa avucuna, dalıp kaybolmasa yeşilinde, konuşacak. Konuşacak bir bozlak çığlık çığlığa kesmese yüreğini.  Diyeceği lal oluyor akıp giden zümrüdün girdabında.-Sen geçmiş zaman efsanelerine benziyorsun. Umudunu yitirmiş bir yitiğin son umudu gibi şişeye yazılıp bırakılan çağrı. Geçmişi bir ayna suretinde bugünümün sahiline böyle zalim vurma. Ben bana daha güzel şeyler koyabilseydim şişeye. Sen geldin. Kıyılarımı yitirdim. Tüm yollarım tufana çıkıyor.-    Nehrin akıntısı sakin, gurbet akşamında içindeki fırtınayı sessizce yutan yabancı kadar sakin. Salkım söğüdün salınışına vurgun çağlayan, uğultusunu siper etmiş bir âha. Sandalın salınışına uyan parmakları suya yazı yazmayı bırakıp bu akışın ritmini tutuyor.
/Gözleri öfkeden büyümüş. Tekme sopa ne denk gelirse vuruyor. İtten havlamayı andıran garip sesler geliyor. Vururken sakinleşmek bir tarafa daha hırslanıyor. Ağzını da bozuyor. Hem vuruyor hem söyleniyor. “ Ulan sen ne utanmazsın. Bu kaçıncı rezillik, hani yapmayacaktın, sondu. Seni dışarıdan gören de bir şey zanneder. Bilseler senin bu bir şey zannedilen maskenin altında neler yaptığını. Tükürükleriyle boğmaya tükürüklerini bile israf sayarlar.” Nefes alış verişi sözlerini boğmaya başlıyor. İt ve sahibi nefes nefese kalıyor. Sahibinin hırlamalarına itin yalvarır bakışları karışıyor. Sahibinin bacaklarına sürünüyor. Öfke geçince başını okşuyor itin. Sırtını iti bağladığı söğüde dayıyor. İt bir şey olmamış gibi söğüdün yere inen dallarıyla oynuyor./
Bir daldan diğerine kanat çırpan kuş aşağılarda küçücük bir sandalın içindeki adamın eline su alıp yüzüne vuruşunu görmedi. Söğüdün geride kaldığını fark etmedi. Nehrin tüm kıyılarına uzaktı artık. Bir şarkının başından aşağıya döküldüğünü düşündü. Bir şiirin parmaklarından kalbine aktığını hissetti. İçinde bir gül açtı. Turuncu bir alev tutuşturdu yangınını zümrüt şelalelerin. Hızla küreklere sarıldı. Kıyıları yitik nehrin akıntısı hızlanmış, tersine çekilen küreklere aldırmıyor.
/Sen kimsin? Nesin? Bu basitliğe giydirdiğin urbalar ne iğreti, farkında mısın? Bir beton griliğine tutulmuş suretinin yansımasına bile bakamıyorsun. Kendine nasıl bakacaksın?/
Omzuna bir el dokundu. Gözlerini açtı.
-Baba kardeşim uyuyamıyormuş. Müziğin sesini biraz kıssın diyor annem…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 FOTOĞRAF HİKAYESİ 35 (yedi iklimde ve bir ortak kitap çalışmasında yayınlanan yazı i.e) 1984’TE ZORBA VE DİL             Bin dokuz yüz do...