Daha önce Yedi İklimde yayınlanmış bir değini
Fahrenheit 451'de Zorba ve Kitap
Aslında 1984 hakkında yazmaya karar verdiğimde,
ardından Fahrenheit 451’i de yazmalıyım diye düşündüm. 1984 için düşündüğüm “zorba ve dil" alt
başlığını biraz değiştirerek bu yazıya da uygulayabilirim diyordum. Kitabı okurken, filmi izlerken bu başlık hakkında
kararım önce kararsızlığa sonra kesin kararlılığa dönüştü. Yazının ilerleyen bölümlerinde sanırım bu
karar ve kararsızlığa hak vereceksiniz.
Distopya denince akla ilk gelen iki kitaptan birisi
de Fahrenheit451’dir. 1984 hakkında
yıllar öncesine dayanan bir aşinalığım vardı.
İki kez sinemaya uyarlanmış bu kitap hakkında neler yazacağım konusunda
zihnimde az çok bir şablon oluşmuştu. Okurken
olduğu gibi yazarken de ön yargılardan kurtulmak gerekiyor. Ben de farkında
olmadan kendimde bir yargı oluşturmuşum. Distopya denildiğinde her iki eserin
de yan yana anılması beni de yanılttı. Benzer
yanlarını bulmak isterseniz bulabilirsiniz oysa matematik mantığıyla
baktığınızda elmalarla armutları toplamak kadar farklı olan iki kitapla karşı
karşıyaydım. Bendeki bu algı ve kafa
karışıklığı kitabın sinemaya uyarlanmasında da ortaya çıkmış olmalı. Mümkün olduğunca yargılarımı kenara bırakmaya
çalıştım. Başlığa sataştığım da oldu. Okuma bittiğinde, başlık aynı kaldı, ben
ikna olmuştum, bu zorbanın bilinen zorbaların en zorbası olduğuna.
Neil Gaiman'ın sunuş yazısıyla başlayan kitap; okura
bakışını değiştirmesi gerektiğini belirten bir manifesto adeta. Benim de
zihnimde dağınık duran cümlelerin derli toplu ifadesi diyebilirim. “ Birileri
size bir hikâyenin neyle ilgili olduğunu söylerse, muhtemelen haklıdırlar.
Hikâyenin yalnızca bununla ilgili olduğunu söylerlerse, kesinlikle
yanılıyorlardır. Dolayısıyla size Ray Bradbury'nin uyarı niteliğindeki, takdire
şayan kitabı Fahrenheit 451 hakkında söylediğim her şey eksik olacak. Bu
kitap bunlarla ilgili, evet ama bundan fazlasıdır aynı zamanda. Bu kitap
sayfalarının arasında bulacağınız şeylerle ilgili.” (A.g.e syf 17 çvr: Dost
Körpe)
Yukarıdaki alıntıyı söyle yorumlamak da mümkün;
duymak, görmek, bilmek ya da doğrularımıza okuduğumuz metinlerden bir
“olur" almak isteği. Arayan bu
oluru her metinde bulabilir. Oysa o metin o olur olduğu kadar o değildir aynı
zamanda. Ben bu metinde ve metinden yola çıkarak çekilen filmden ilhamla,
içimden geçenlerin hangisine olur alma derdindeyim? Girişte bahsettiğim ön
yargı buydu. Kurgunun ardında gerçekte hangi cümle yazılı, hangi fikir saklı? Ön
yargımdan uzaklaşmaya çalışarak yazarın “ olur” u nedir onu bulmaya çalışmak
olmalı. Yapabilir miyim? Bilmiyorum. En azından bu yöndeki bir çabanın kayda geçmesi
diyebiliriz.
Dijital cağın kâbusunu yetmiş yıl önce sezebilen bu
metin; bilim-kurgu metinlerde alışık olamadığımız şekilde edebi bir kurguya ve
dile sahip. ( Birçoğu 84’de göre böyle görmese de bana göre bu metin daha
edebi. Çeviri etkisini de göz ardı etmemek gerek tabii) Guy Montag’ın Clarisse‘le
karşılaşması, iç dünyasında sorularıyla yeni kapılar açılması, Guy Montag’ın
karısıyla olan diyalog ya da diyalogsuzluğu ve bunların ne kadar yapay olduğunu
fark etmesi. Tüm bunlar içte yaşanan kişisel
fırtınalar. Bay yazar, beş yüz yıl sonrası için söyledikleriniz bugünden gerçek
olmaya başladı demek fena halde artistik olurdu değil mi? Bu cümleyi
kurabileceğiniz belirtiler olmakla birlikte hala insandan umut var
diyebiliriz. Ya da öyle olması gerekir.
Beş yüz yıl sonrasında yanmayan evlerde sadece
kitapları yakmakla görevli itfaiyeciler, asıl işleri olan yangın söndürmekle
ilgili her şeyin bir efsane, söylenti olması, fantastik gelebilir. İnsanların
radyodan sonra kendilerini bir başka –görüntülü- kutunun önüne gönüllü
hapsetmeleri, yazarı ürkütmüş olmalı. Akıldan
ve sorudan yoksun, cehalete teslimiyet ve hayvani mutluluk, bu duygu bütün
insanlara hâkim olursa ne olur ihtimali bu kitabın yazılma sebeplerinden
sanırım.
Her insanın bir kitabın “zulası” diğer bir deyişle
sığınağı olması kitabın, kitaba dair en romantik bakışıdır. Oysa
insanlık tarihi, yakılan kitaplar ve yakılan kütüphaneler tarihi değil mi? İskenderiye’den
Bağdat’a oradan Endülüs’e ve daha niceleri.
Verilen örneklerde bu etkiyi ortaya koyan bir insan ya da bir grup insandır.
Fahrenheit 451okuru kendi zorbasıyla yüzleşmeye çağırmaktadır. Kendi zorbasını
biraz açmak gerekiyor galiba. Zorbanın
dıştan gelmesi içte büyüyen bir direnişin, uyanışın habercisidir. Bahsettiğim
zorbaları insanlığın utanç tarihi hep yazmıştır. Bu kitabı özel kılan ise
tarihe zorba olarak geçmemiş yazılmamış bir tür zorbayı okurun dikkatine
sunuyor. Kötülüğü gönüllü olarak uygulayan bunu da mutlak iyilik olarak gören
körlükten doğan zorbalıktır bahsettiği.
Bu kör uykudan uyandırmaya kalkan her uyarıcıyı kötü bilerek yok etmeye
kalkan zalim bir zorbalıktır. İnsanı bilakis insandan sakındıran bu uyarı,
kitabın en özel yanıdır bence.
Bizim inancımızda insan; eşrefi mahlûkat ile esfeli
safilin ( en iyiden en kötüye) arasında her mesafeye gidebilecek bir
potansiyelde yaratılmıştır. İçinde böyle derin potansiyele sahip bir varlığın,
kendi eliyle kendi iyisini yakabilecek kadar kör ve zorba olabilme ihtimali hep
vardır. Yazının başında zorba ile ilgili tereddütlerimin altında yatan bu
belirsizlikti. Şimdi anlıyorum ki herkes kendi zorbasıyla uğraşmalı ya da onu
hiç unutmamalı. Bunu nefs mücadelesi olarak da okuyabilirsiniz.
Son olarak, yazıda kısaca değindiğim uyarlama filme
hiç değinmeme sebebim; gördüğüm en kötü uyarlama olduğu için. 1984’ün kötü bir
kopyası olmaktan öteye gidememesindendir.
Filmde Montag’ın karısı, Clarisse ve bunun onun içinde uyandırdığı
fırtına ve uyanış verilememiş. Üçüncü sınıf bir aksiyon filmi yapılmaya
çalışılmış.
Çevirdiğim her sayfada, o sayfanın yanma derecesi
olan Fahrenheit 451 hatırlatan bir ürpertiyi içime işleyen bu kitabı okumanızı
tavsiye ederim. Dilimizde çok ağır çağrışımları olan “kitapsız” sözünün
distopik âlemde nasıl bir karşılığını olduğunu görmek için okunmalı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder