Mart Yedi İkliminde yayınlanan "Ahlat Ağacı ya da Anadolu Ağacı" adlı değininin tamamı aşağıda. Bundan sonra 1984 distopyası hakkında biryazı düşünüyorum, kısmet...
"Ahlat Ağacı" ya da
Anadolu Ağacı
Bu bir sinema eleştiri yazısı
değildir diye başlamak yazının sorumluluğundan kaçmak gibi algılanabilir diye
düşünüyorum. Ortanın üstünde iyi bir sinema izleyicisiyim ancak bir film
kritiği yapacak yetkinliğe de sahip değilim. Daha önce (2015-Mayıs) Yedi İklim’
de “Taşrada Bir Yerli: Ahmet Uluçay” adlı bir yazı kaleme aldım. O yazı; bir
kitaptan yola çıkarak herkese ilham verecek hayatı, okura işaret etmekti. Bu
yazı da benzer duygulardan yola çıkılarak kaleme alınıyor.
Geçtiğimiz haziran
ayında gösterime giren, yönetmenliğini Nuri Bilge Ceylan’ın yaptığı Ahlat
Ağacı, bir çok yönüyle kayda değer bir sanat olayıdır. Filmin hem adı hem de
kahramanları, bir kitap ve yazarı etrafında şekillenmektedir, bu yönüyle de bir
edebiyat dergisine konu olması gerektiğini düşünüyorum. Salonlarda
gösterilmesinin üzerinden altı ay geçmiş bir film hakkında sinema dergileri,
ilgili televizyon programları her yönüyle eleştiri, değerlendirme programları yaptıkları
düşünülebilir. Siz de sosyal medya aracılığıyla bunların birçoğuna
ulaşabilirsiniz. Bir edebiyatsever, bir hikâyeci olarak bana dokunan,
değinilmediğini düşündüğüm yönlerini vurgulamak istiyorum.
Daha çok seyirciye
ulaşıp para kazanmayı amaçlayan (endüstriyel sinema) bir film gibi kendisini
doksan dakika ile yüz yirmi dakika arasına sıkıştırmamış bir film; tam olarak
üç saat sekiz dakika… Bir film için oldukça uzun olduğunu düşünüyorsunuz, bu
düşünce filmi izledikten sonra tamamen değişiyor. Bu değişim, filmi sanat yapan
önemli özelliklerden biri; zira filmden sonra sizde birçok değişiklik yapıyor.
İlk yaptığı değişiklik, bu sürenin daha da uzatılabileceğidir.
Roman tadı veren bu
görsel şölenin her karesinin böyle özel olmasında, aynı zamanda iyi bir
fotoğrafçı olan yönetmen Nuri Bilge Ceylan ve onunla dördüncü filmini yapan
görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki’nin birbirini çok iyi anlayan uyumunun etkisi
var. Bu görsel şölende her izleyici kendine ait bir görüntü bulabilir. Beni
bulan görüntü; Sinan Karasu karakterinin ilçedeki kum tüccarından destek
istemeye gittiği sahnede içime düştü. Üniversite yılları; bir edebiyat dergisi
çıkarmanın sancısıyla kıvranırken o yıllarda çıkan “kitap-lık” dergisi bana
müthiş bir fikir verdi. Bir bankanın desteğini alarak çıkıyordu. Bir başka
banka kaliteli yayıncılık yapıyordu. Pekâlâ, ben de bu düşünceden yola çıkarak
destek isteyebilirdim. Arkadaşımdan ödünç aldığım takım elbiseyle iki dirhem
bir çekirdek kendimi bu İslami(!) görünümlü bankanın yatırım danışmanın odasına
attım. Sonradan beni bir firma temsilcisi falan sandığını anladım. Benden
önceki müşterisiyle görüşmesini keserek beni gayet saygılı bir şekilde biraz
bekleteceğini ifade eden yüzü, neredeyse yalvarıyordu. Benim yüzümde yirmi iki
yaşın saflığı, ergenlik karışmış, dünyayı kurtaran adam olmasa da yazılarıyla
edebiyat dünyasını kurtaracak yazarın, lütfedilmiş ısmarlama tebessümü, bacak
bacak üstüne atıp elim çenemde görüşmenin bitmesini lütfen bekliyorum. Bana
sıra geldiğinde bazı bankaların kültür sanat dünyasına verdiği katkıdan bahisle
yukarıda bahsettiğim dergi ve yayınları örnek verdim. Sözü çıkarmak istediğim
dergiye getirmeye çalışırken, adamın konuşmanın başından sonuna doğru yüzündeki
ifade değişikliği tam dokuz Oscarlıktı. Tıpkı Sinan Karasu karşısında kum
tüccarının tüm aşağılık kompleksini dökmesi gibi... "bizim"
hikâyemizin üstünden geçiyordu. Benzer bir bozgunu ilçenin belediye başkanı
karşısında da yaşıyor yazarımız. "Ahlat Ağacı" nı bir şekilde
bastırıyor Sinan, nasıl kısmının cevabını filme bırakarak yakalandığım ( yakalandığımız)
kareye geri döneyim. Bizim taşramızda benzeri mahcubiyetlerin onlarcası
yaşanırken adamın biri bunu en yalın haliyle dünyaya, hayranlık uyandıracak bir
şekilde anlatması; alkışlanmayı, anlaşılmayı hakketmesi bir yana sanatın hangi
türünde olursa olsun yerli kalarak nasıl evrensel olunur konulu bir ders
niteliğinde.
Benim ders niteliği
demem tabii ki kişisel bir bakış: Film geçmişinde sekiz seçkin film bırakan
Nuri Bilge Ceylan'ın ödülsüz filmi "Ahlat Ağacı" (umarım Oscar
alır...) hakkında çok farklı eleştiriler okumak mümkün. Bir kitabı isim ve konu
olarak seçmesi, akışın bir roman tadında ilerlemesi, kurgu ve katekterler
hakkında okur-izleyiciye bazı ip uçları vermeyi zorunlu kılıyor. Doğulu ve
batılı izleyici farklı yönleriyle etkileyen "kuyu" imgesiyle başlayan
filmde; üniversiteyi bitirip kasabasına dönen Sinan Karasu, işsizdir ve
bastırmayı hayal ettiği (deneme olduğunu düşündüğümüz) bir kitabı vardır.
Agresif, ukala ve hırçın bir karakterdir. Sinan’ın babası İdris Karasu;
emekliliğine az kalmış sınıf öğretmeni, at yarışına olan ilgisi sebebiyle hem
parasını hem de itibarını kaybetmiş görünmektedir. Bu bakış dışarıdan
insanların ona bakarak düşündükleridir. İdris, bu düşüncelerin hiç birine
aldırmaz, bir an önce emekli olup köydeki bahçede kuyudan su çıkarmayı ve
hayvancılık yapmayı hayal etmektedir. Nuri Bilge Ceylan’ın diğer filmlerinde de
eleştiri konusu olan kadın karakterlerin edilgen ve entelektüel olarak yetersiz
olmaları bu filminde de ortaya çıktığı söylenebilir. Evin hanımı ve kızı bu
anlamda daha geride duruyorlar. Filmin asıl kahramanı baba rolündeki İdris’tir
dense yeridir. Babalar ve oğullarına dair yerli bir anlatım cümlesi, bu filmi
özetlemese de hakkında bir fikir verebilir.
Türkiye’nin
Tarkovsky’si, Cannes Film Festivali’nin bol ödüllü yönetmeni, fotoğrafçı vb
birçok tanımlamayı üzerinde toplayan Nuri Bilge Ceylan, Ahlat Ağacı’nda, önceki
filmlerinde olduğu gibi Rus Edebiyatı’ndan direkt alıntılar yapmakta, tablo
tadında görüntüler sunmakta ancak bu filmde diğer filmlerinden farklı olarak
hikaye hepsinin önünde yer almaktadır. Kuyuda başlayan film, kuyuda seyircinin
suratına bir tokat gibi inen “gerçek” bir sonla bitiyor. Bu çoklu son, filmden
sonra okur-izleyicinin içinde başlayan yeni filmlerin habercisi oluyor.
Hafız dedenin torunu
Sinan’ın, imamlarla geçen diyaloğunun olduğu sahne, taşranın meşhur yazarı ile
aralarında geçen tartışma ve filmin tamamına yayılan baba-oğul çatışması,
üzerine çokça konuşulup yazılacak bölümler. İlgilisi için yeni ufuklar açacak,
ilham verecek güzel bir hikâye, yeniden kurulup yeniden bozulan yeniden yazılan
bir hikâye…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder