6 Ekim 2015 Salı


AYNA VE KASABA ESNAFI'NA DAİR...
Teyzemin Radyosu'nu hazırlarken nereye koyduğumu bir türlü bulamadığım, ince bir sızı olarak içimde kalan bir hikayenin hikayesi bu; iki binli yıllarda İlk görev yerim olan Şarköy'de yazdığım bu hikaye, kitaba girebilirdi. Diğer hikayelerle de bir bütünlük oluştururdu. Olmadı. Kitap yayınlandıktan sonra eski defterleri karıştırırken karşıma çıktı. Neredeyse on beş yıldan fazla olmuş yazalı, güne, gündeme dair ilginç ön görüleri olmuş. Feraset kelimesi buraya daha uyan bir kelime sanırım. Bu gün zirveye çıkan yozlaşmanın  o günden görülmesi kayda değerdi benim için. Bi dergiye gönderdim sanırım onlar için kayda değmedi, hikaye yayınlanmadı. Her hitabın bir kaderi vardır sözünü bu hikaye için de uyarlayabiliriz o zaman, "her hikayenin de bir kaderi vardır. Takip eden dostlar bilir; bloggta ya da herhangi bir sosyal medyada tam bir hikaye yayınlamadım şimdiye kadar. Yayınlandığı dergiye referans olmak amacıyla bilgilendirici paragraf sunarım ya da yayınlayan site dergi vb. link vermişse oraya yönlendiririm. Bu yönüyle bir ilk olarak yayınlanmamış bir hikayeyi burada yayınlıyorum. İlginize...
AYNA VE KASABA ESNAFI
Sana bakınca akıyor, tüm esrik yanlarım bir akşamüstü hüznüne doğru. Kendimde gezmelere çıkıyorum sana bakınca. Kendimde kendi hâlimi görünce, kendimi ne kadar bıraktığımı fark ettim. Her yer darmadağınık. Loş bir odaya dalan gün ışığına, sessiz danslarının ortasında yakalanan utangaç zerrecikler gibi mekânı dolduran umut, göze çarpıyor. Yazarken buraya düşen, yürekten süzülen birkaç sürgün beyit, türkü, naif bir gül yaprağına sığınmış şiir… Niye bir tanesini tam öğrenmedin diye kendime sitem ettim. Hani biraz daha derli toplu olsan, daha iyi olmaz mı? Bak, yarım kalmış hayalleri buraya koyma! Şuradakiler söyleyemediklerin olmalı. Bunlar ilginç; yazmayı hayal ettiklerin. Çoğunu sen de unuttun. Durdukça güzelleşeceğini sanıp unuttuğun, sancı nöbetlerin. Hımm, dostlukların köşesini böyle vefa kokulu, tertemiz tutman güzel. Dur biraz bu kadar hızlı düşünme. Şu utangaç zerreciklerle kaplı, yazmayı hayal ettiğine bakalım. “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.” Üst yazısıyla başlayan “kasaba esnafı” hikâye olacak galiba…
/Ne diyeceğini bilemeyen adamın şaşkınlığı, ellerinin hareketlenmesine vurmuşken, karşısındakinin cep telefonun çalmasıyla rahatladı. Levent Bey, konuşmasını tamamlamak üzereyken o da neler söyleyeceğini, konuyu nasıl açacağını toparlamaya çalıştı. Yaa Levent Abi sen beni tanıyorsun. Suna… Yok, yok böyle pat diye olmazdı. Abi biliyorsun işimi kurdum. Allah’a şükür, kazancım da fena değil. Eh za…/
Sana bakınca çelişkilerim yüzüme yansıyor, aynaya yansıyan yüzüm gibi. Ruhum burkuluyor, gözlerinde düştüğüm ateş içinde. Kendimin ortasında kalınca; bedenimin uzak diyarları yar etmesine aldırmayıp, içimin içine düşüyorum. Böyle içimi dışa çeviriyor olman, beni ne denli acınası yapıyor farkında mısın, bilmiyorum? Derin dehlizlerimin hüzzam kapısı sende açılıyor. Kısmet işte… İkindi bir sükût olup turuncu sahilde gezinirken, tutup gözlerinle ruhumu gezdiriyorsun bana. İçinden incinmiş kuşlar geçen tablolarla dolu bir koridordan geçer gibi hayatımın geçip giden bölümlerini seyrediyorum.
/Umut veren her hareket mutluluğunu çoğaltıyordu. Arada bir babasının iş yerinin önünden geçerken orada olabilir umuyla attığı utangaç bakışları, bazen bir gül kıvrımında tebessüm olurdu. Martılar umut olup ufku doldurdu. Belli ki o da kendisine duyulan ilgiden haberdardı. Yutkundu.
-Levent Abi, yengem uygun bir zaman ve yer için bilgi alsa da görüştürülsek ne dersin, sence uygun olur mu?
-yaa ben de görüşüyorum Suna’yla. Alış-veriş de yapıyorum. Gayet hanım kız. Olur gibi geliyor bana. Yarın sen beni ara, sana bilgi veririm, olur mu?
-Tamam, Levent Abi çok sağ ol…/
Kendim, kendimin halini görmekten korktuğu için senli aynalarda arıyor resmini kendinin. Yazma ya da yemeni bu anılar mahzeninde ne kadar yaban duruyor. Yıllandıkça güzelleşen dostluklar gibi işlenen işlemesi ne güzel! Yazmanın ortasında bir portre…
/Yeni gelecek mallar için liste yaptı. Yokluğunda yerine yeğeni bakardı. Tabureyi kapıya çapraz koydu. Bu oturuş, televizyonun karşısı olduğu gibi yoldan gelip geçeni görecek bir açıydı. Üzerine giydiği siyah dar kazağın kıvrımları kırmızı bir hırkayla gizemli bir çekiciliğe dönüştürülmüştü. Altındaki mavi puanlı etek ayakta iken bir saygınlık uyandırsa da oturunca vücuda yapışan deri oluyordu. Siyah yarım çerçeve gözlüğün arkasında mavi farla gözlerinin hareketleri daha belirgin bir hale gelmişti. Çeşitli yerlerinden iğneyle tutturulmuş çene kıvrımına kadar getirilmiş başörtüsü, lacivert tonlardan oluşan bir süslemeye sahipti. Bacak bacak üstüne attı. Kollarını önde birleştirince, bilezik, künye benzeri takılar mağrur bir şakırtıyla bileğine doğru aktı. Bir elinde cep telefonu diğer elinde kumanda, kanal gezmeye başladı. Her gün on beş otuzda buradan geçerdi Salih. Dün, babasının dükkânın boş bi zamanında Levent Bey’le gelmişti. Önceden haberli olmaları alışıldık konuşmaları çabuklaştırdı. Düşünmek için zaman istemişti. Kırmızı hırkanın göğüs hizasındaki düğmesini kapattı. Acaba öncesini sorup yargılar mıydı? Bu erkek milletinin hiç birine güvenmiyordu. Annesinin ölümünden önceki hayatını düşündü. Değişmeden, dönüşmeden önce bana gösterilen ilgi, geçmişimi yargılamama, kocam olmayı düşünen kişi tarafından da hoş karşılanır mı? Ya da bu günkü halimi kabul edip geçmişimi sormaz mı? Talat’tan haberi olacaktır mutlaka. Başörtü sebebiyle bittiğini söylediğimde ne sorar acaba? Peygamberin bile insanların İslam’dan önceki hayatını yargılamadığını söylerim. Bir dini seçmekle aile kurmak arasında bocalayıp bunu namus meselesi yapar mı?/
Sana bakınca, alevden bir kelebek konup göçüyor yüreğimin ormanlarına. Ben anlayamam bir tebessümün başkalarına sunulmasını. Bana çok garip bakıyor olman kıskançlık adlı burguyu çıkarmıyor bu yaradan. Burgu değil hazdan sebeplerimi beslediğini söylesem de aynada niye sen yoksun? Yoksa aynada aradığım sen, bulduğum ben miyim? Çerçevelere konmuş hayallere resmini koyuyorum. Uymuyor…
İbrahim EYİBİLİR
(fotoğraf; bahçeden, dağılgan civarı)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 FOTOĞRAF HİKAYESİ 35 (yedi iklimde ve bir ortak kitap çalışmasında yayınlanan yazı i.e) 1984’TE ZORBA VE DİL             Bin dokuz yüz do...