(yediiklim temmuz sayısında yer alan hatıradan bir bölüm ilginize)
İÇİNDEN ÇOCUKLUĞUMUN GEÇTİĞİ DERGİLER
Bozkır; içinde tenha bir anlam gezdirir benim için.
Sürgün için her şeyin ücrasında bir köy; sağ’a sol’a savrulmuş ergen öfkelerin
mecburi sığınağı. Jules Verne tanıdığım ilk yazardı. Penceresinin önünden
ayrılmamıştım. Beni bakkala göndersin, evden ekmek-katmer istesin, bir şeklide
eve gireyim masada duran kitaplara öyle mahzun bakayım, o kitaplardan birini
bana nasıl olsa verirdi. Verdi de. “Deniz Altında Yirmi Bin Fersah” bir nefeste
içer gibi okudum. Kitabı geri götürürken yanına köy yumurtası, peynir bir de
katmer ekledim. Bunun böyle süreceğini düşünmüştüm. Yanılmışım. Mandalina bile
ancak hastası olan eve siparişle gelirdi köyümüze, bir gün sınıfımıza muz
geldi. O muzla beraber bize yedirmeye çalıştığı kini fark etmemiştim. Lise
yıllarımda okuduğum köy romanlarında sanki hayal bir kişilik gibi anlatılan
karakteri bir gerçek olarak yaşamıştım. “ Evet, çocuklar şimdi Allah’tan üzüm
isteyin bakalım… Pekii, şimdi de benden
isteyin!” Artık pencere önüne gitmedim. Ama o bendeki açlığı görmüştü.
Gökyüzüne dokunmak için tepeye çıktığımı ama hoplamama rağmen dokunamadığımı
anlattığımda ne gülmüştü… Aynı günün akşamı istersem beni kardeşiyle
okutabileceğini söylemişti. Korktum. Kuran kursuna sığındım. Camii bahçesine
girecek kadar peşimden gelse de sonra vazgeçti. Bir daha görmedim. Benim de
çocuk dergileriyle tanışmam orada başladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder