20 Şubat 2016 Cumartesi

FOTOĞRAF HİKAYESİ 16
YEDİ İKLİME DAİR


(Bana sorulan bir soruya verdiğim cecaptır.)

Ali Haydar Haksal’ın ve Yedi İklim’in sizin için önemi, yeri nedir? Bu insanı ve mektebi, sizde uyandırdığı duyguları söze dökmeniz gerekse neler söylersiniz?

            Samsun’u bilenler, meşhur Çiftlik Caddesini de bilir. O caddenin en pahalı tatlıcısına sevgili dostum Orhan’ı neredeyse sürükleyerek götürdüm. Bir kutlama yapıyordum. Üniversite öğrencisi için oldukça lüks olan bu yerde, merkez bir dergide, Yedi İklim Dergisi’nde yazımın yayınlanmasını kutluyorduk. Kendimi o anda ne olarak gördüğümü hatırlamaya bile utanıyorum. Ayaklarım yerden kesilmiş, son zamanların en önemli yazarı edalarıyla dolaştım bir süre. Bu sevincin öncesi, öğrencilik yıllarına kadar gidiyor. Sınıf gazetesinde titreyen şiir, kendi çapında önemli olan bir okul yarışmasında alınan hikâye ödülü, kanayan hüzün, üniversitede Cemil Meriç, İsmet Özel ve Sezai Karakoç arasında neye uğradığını şaşırmış bir zihnin, kendi çapında dergi çıkarma girişimlerinin geldiği eşikti. Değerli hocam Şaban Sağlık aracılığıyla telefonla görüştüğümde tanıdık bir sesti duyduğum. Aynı dünyanın aşinalığı benim kendimi Yedi İklim’de görmemi kolaylaştırdı. Yirmi yıl geriye, bugünden bakınca ne kadar toy ve sınırları zorlayan bir ukalalık varmış üstümde. Ben ve benzerlerime bilge bir tebessümle tahammül eden bir dost, bir ağabeydi gördüğüm.
            İlk karşılaşmamız, Kadıköy- Kurbağalıdere’de, altı inşaat malzemesi üstü dergi bürosu olan yerde oldu. Yedi İklim’in meşhur kütüphanesinin koridor boyunca size eşlik ettiği loş bir mekândı. Artık Tekirdağ’da öğretmendim. İstanbul’a her gelişimde uğradığım “ev”di Yedi İklim. Önceleri pek de farkında olmadığım sonra idrak ettiğim büyük bir dünyanın eşiğindeydim. Edebiyat dünyası da diyebilirsiniz buna ya da “yazar” kimliğinin ruhunuza tebliği…
            Kadıköy’de unutamadığım ve öğretici olan karşılaşmalarım oldu. Bunun ilki bende silinmez iz bırakan, rahmetli Erdem Beyazıt ile bir iftar yemeğinde aynı masada olmaktı. Yutkunup hiçbir şey diyemediğimi hatırlıyorum. Yine bir Cuma akşamı iskeleden bir misafir almaya giden Ali Haydar ağabey Lale Müldür’le dönmüştü. Bir başka akşam Kemal Sayar beni iskeleye bıraktı. Her birisinin ayrı bir öğreticiliği vardı. Çizginin şairi diye bildiğim Hasan Aycın üstatla karşılaşmak, modern zamanların dervişi duygusu bıraktı bende. Bu dönemde “teyzemin radyosu”na giren “kapı” ve “usta işi” hikâyeleri ortaya çıktı. Bunda oradaki solunan havanın etkisi büyüktü. Bunlar iki binli yılların başına kadar devam etti.
            Hani hep söylenir ya “şiiri buldu şiiri bıraktı” diye. Bende öyle olmadı tabi şiir yoktu zaten ama evlendikten sonra dört yıl kadar bir şey yazamadım. Gözlerimi kapadığımda beni yazarlığa ve yazmaya uyandıran benden umudunu kesmeyen bir tavırdı Yedi İklim. Onca yıl derginin yazarı ve dergi de telifimmiş gibi bana dergi gönderildi. O fetret döneminden sonra tekrar yazmaya başlamamda bu tavrın önemli yeri var. “şair masalı” geldi uzun bir aradan sonra. Dergide yer bulamasa da kalemle aramın kapanmasında önemli idi. “emanet misafir” Yedi İklim’de aradan sonra yayınlanan ilk hikâyem oldu.
            “emanet misafir” den sonra uğramaya yüzüm oldu. Kadıköy’den Maltepe’ye taşınmıştı dergi, oraya gittim ziyarete. Kadıköy’den sonra burada içim sızlamadı dersem yalan olur. Yine kitaplar yine dergiler vardı ama bir şeyler eksikti sanki. Belki benim o ilk zamanlardaki kendime güvenimi yitirmiş olmamın da böyle algılamamda etkisi olabilir. Birileri için hayal kırıklığı olduğumu düşünmeye başlamıştım. Zira benle beraber yola çıkan birçok arkadaşım ilk kitabını çıkarmıştı. Ben birkaç iyi hikâyede kalmıştım sanki. Kalemi elime aldığımda kendime verdiğim bir söz vardı “Ben üste para vererek kitap bastırmayacağım.” Bana bu bilinci veren Yedi İklim oldu. Şimdilerde imza günü de dâhil toptan fiyatına yazarlık pazarlanırken o pazara malzeme olan kalemlere hem üzülüyorum hem de acıyorum. Bu kadar ucuz ve kolay olanın kalıcı olamayacağını görebilecekleri bir ortamdan yoksun olmaları en büyük eksikleri. Sosyal medyanın sanal şöhreti, sözde bilinirliliği artırması gibi etkiler şimdilerde dergilerin nicelikten çok niteliği artıran o olumlu özelliğini unutturdu gibi. Ancak işin ehli biliyor ki nitelikli eserler vermek gene böyle okul (ekol) olmuş dergiler çevresinde oluyor.
            Sonradan İstanbullu olduktan sonra dergiyle ilişkilerimiz daha sıkı olmaya başladı. Her Cuma akşamı, Yedi İklim buluşmaları herkese açık bir ders niteliğinde devam ediyor. Şimdi daha ferah bir mekânda, Üsküdar’da,  ben her gidişimde öğrenmeye devam ediyorum. Her gidişimde yazmaya susayarak dönüyorum.
            Geçen yıl bir dosya olarak hikâyelerimi topladığımda isminin “teyzemin radyosu” olmasında da yine Ali Haydar ağabeyin etkisi oldu. Bununla kalmadı, dergi sayfalarında da görsel ve yazı olarak da yer aldı.
            Yukarıdaki soru Yedi İklim ve Ali Haydar Haksal’ın benim için önemi ve yeri yönünde olduğu için bendeki karşılığının üzerinden geçerek yazmaya çalıştım. Oysa üç yüz sayıyı çoktan aşmış olan yedi İklim; son yirmi yıl içinde “bizde” eli kalem tutan herkesle yolu kesişmiş olan, bir şekilde yol, eşik olmuş önemli bir okuldur. Yolumun Yedi İklim’le, Ali Haydar Haksalla kesişmesi benim için de bir bahttır vesselam.
           

              İbrahim Eyibilir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 FOTOĞRAF HİKAYESİ 35 (yedi iklimde ve bir ortak kitap çalışmasında yayınlanan yazı i.e) 1984’TE ZORBA VE DİL             Bin dokuz yüz do...