FOTOĞRAF HİKAYESİ 17
"körebe ve koro"
(evet bu siyah kare bir fotoğraf mıdır? yüklediğinizi anlama bağlı sanırım. Kadim bir imge; körebe ve koro. Yedi İklimde yayınlanan bir hikaye; bugüne ve düne bakışıma dair bir not. i.e)
KÖREBE
VE KORO
Kadından bir cümle
düştü yere.
Ellerimle yaptım aşureyi, Sema pek sever. Şimdi gitsem,
herhalde gelmiştir. Kocası da kendisi de bugünlerde çok çalışıyor. Mahalle mahalle dolaşıp
anlatıyor. Mümkünse her eve girip bir gariban sofraya misafir olmaya çalışan
kocasını, yalnız bırakmamak için çırpınıyor. Yemek hazırlamaya
nasıl vakit bulacak? Son zamanlarda yorgunluktan olsa gerek, selam bile veremiyor.
Aşure pek iyi gelecek. Hem laflarız belki. Hal hatır sorup çalışmaları ne
alemde kendisinden dinlerim. İki kat aşağı tepsiyle inmek zor
olacak, daha
çocuklar da gelmedi okuldan. Yatıya kalacak değilim ya! Konu komşuya bir kaç kâse aşureyi
dağıtıp gelirim. Kâse demişken, Şu cam kâseler nerede? Yeni
olanlar,
daha kutusu
bile
açılmamıştı. üstteki dolaba koymuştum galiba. Ee burada da
yok! Ay tamam geçenlerde şu üniversiteli çocuklara götürmüştü bizimkisi. Evde çift ne varsa teke indirdi. Yan binanın bodrumunda
kalan Suriyeli misafirlerin eksikleri çok deyip duruyor. Apartmandakilere
dağıtayım, onlara da götürürüm tabii. Sema yabancı mı canım?
Makineden yeni çıktı porselenler, onlara koyarım işte. Köyden
gelen cevizleri kırdırdığım iyi oldu. Öyle ekşili narlı sevmiyor. Şimdi işi çok olmasa kâseye
fındığı doldurup öyle gelirdi. Abla sizin köyün buğdayı, senin aşure, senin
ellerin ayarı diye tencereye kendi yanaşırdı. İşi var kadıncağızın.
Tamam, artık çıkabilirim. Yemeğin altını kısayım.
Anahtarım cebimde, gelen olursa arar nasılsa. Merdivenleri de
yeni silmişler, bu kokuyu da hiç sevmem. Sema hemen kapıya
çıksa da verip dönsem ya da içeri geçsek, neyse geldim. Ayakkabıları içeri
almamışlar, yeni gelmiş olmalılar. Bu koku burnumun direğini kıracak, abla biraz
az koysan
şu çamaşır suyunu, gene temizler. Zili duymuşlardır her
halde şimdi gelirler. Zühallere de koymuşum bir kâse. Ah be kızım daha evleneli kaç gün
oldu? Düğün çiçeğiniz duruyor kapıda. Çığlıkların gitmiyor kulağımdan. "İnsan
evladı yapar mı bunu insan olana?
Anadolu çocuğu, gariban bir gurbet kuşunun kanadını niye kırsın?
Delikanlı adam yapar mı bunu yapar mı ha?!" geldiği şehrin sayılı
ailelerindenmiş, çok güzel bir kızdı. Çok da kabiliyetli hani, hatta yerel
televizyon ve radyolarda program yapıp içli şiirler okurmuş. Şiir gibi kızdı.
Papatyalar her zaman vazolara düşmüyor... Ah!
Olsa hemen damlardı. Yazık gitti. Aslında yandı garibim. Kaç gündür
bakıyorum ne gelen var ne giden. Her sözünün sonuna "Ama abla siz
de..." Diye başlayan taraf kokan sözlerini genelde duymazdan geldim. Hele
giderken "Sizin yüzünüzden kalmadı huzur bereket..." diye sokmasa
hançeri, canımı yakmasa idi keşke. Sevmiştim seni çocuk, kendi kızım gibi. Şu
iki oğlan uçtu sayılır yuvadan, seni kondurmuştum içime. Ne yaparsan yap, bak
gözüm yine kapının önüne takıldı. Eski bir çift terlik duruyor, onlar da ayrı
yönlere yıkılmış öylece. Düzeltmek için bile içi boş evin kapısına yaklaşmak
gelmedi içimden. O bir çift terlik de
benim içime batmak için öyle ayrı ayrı yönlere bakıp duruyor. Kızsan gene,
huzurun yerinde olsa, o süslü ayakkabın, yeni boyanmış haliyle dursa orada. Ben
senin büyümeni ve anlamanı uman yarım tebessümle geçsem eve. Ay Sema sen de
toplanıp şu kapıyı bi açamadın! Evde olup da bile bile kapı açmazlık edecek değilsin
elbet. Şu merdiven otomatiği de yanıp sönüp duruyor. Kapıdan bakıp da
göremeyince belki ondan açmıyordur diye ışığı devamlı açık tutmak için elimde
tepsiyle beni şebeğe çevirdi. Bir daha zile bassam mı? Yok ya kadın akşama
kadar o programdan bu programa koştur koştur, kafa mı kalmıştır şimdi onda?
Tekrar tekrar zile basıp bi de ben şişirmeyeyim kafasını. Karı koca ne çok
çalışıyorlar. Allah gönüllerine göre versin. Sema anlatırken gözleri ışıl
ışıldı. " Abla, şimdilik mahalle sonra ilçe, il derken Rabbim mahcup
etmesin, kısmet işte. Bizimkisi sadece çalışma..." Ne güzel hayalleri var
öyle... Başakşehir'e taşınmayı, o beğendiği, kapıda bekçisi olan, daireyi
elleriyle döşemeyi istediğini ne güzel anlatırdı. Baya oldu bi kere daha
basayım ben şu zile...
***
Kadından bir cümle düştü yere, vicdan paramparça...
/Körebe:
Gözlerini bağladı. Çizilmiş çizgilere basmadan sekmeliydi. Kadınların oyunuydu
bu; çizilmiş karelerden dışa çıkamazsın, çizgilere basamazsın. Oyun bu, körebe
ne derse o olurdu. Olmazsa oyun biterdi.
Koro: Beyler game over
anlayın artık. Nasıldı o şarkı? Şişli’de bir apartıman, Zeytinburnu’nda
göğüdelen, siz hala göğe bakma duraklarında otobos bekleyen, romantik hain! Boş
olum bu işler. Ne olsun hacıabi tıkırdayıp gidiyoruz işte. İşler dedimde
arabaya bi plaka ayarlasana, yengenle benim isimlerimizin baş harfleri yazacak.
Körebe: Bir martının kanat
çırpmasına aldırmadı. Kocaman bir bahçenin ortasına çizilmiş seksek çizgisinin
çevresinde dört küçük nokta gibi gözüktüklerini bilemedi. Aç kapıyı bezirgan
başı diye ünledi. Yağ satarım bal satarım diye cevap veren kadına kızdı.
Çizgiyi geçemezdi.
Koro: Ben seni düşünüyorum.
Herkes ne diyor size hiç duymuyor musun? İşin gücün yerinde daha ne istiyorsun.
Evin var araban var. Bu yaptığınız, nankörlük!
Koro ve körebe birlikte söyler: Nankör, nankör,
nankör.../
***
Kadından bir cümle düştü yere: Baba ben niye böyleyim? Baba keşke
ben...
Suna abla niye bu kadar
iyisin? Yok, Suna abla bu kadar iyi değilsin? Hangimiz meleğiz ki? Sen kızmadın
mı Zühal’e hiç? O kocası olacak şerefsizin elinden kurtulup sana sığındı, yine
sebep sensin demedi mi? Bu kadar iyi olma Suna abla. Sen de kırıl biraz, küs
bize biraz. Komşu olmak hatrına değer mi? Sen hiç kirlenmedin mi? Bu fırtına
hangimizi savurmadı ki. Suna abla yeter artık bekleme o kapıda. Açmayacaklar.
Senden önce girdiler, gördüm. Duysan dediklerini, kurşun yemekten beter
olurdun. Namusundan, iffetinden iki günde şüpheye düşen, bir sözle senden
selamı sabahı kesen, bu hırsın çifte kumrularını, bırak artık. Biliyorum, kapı
ardından bunlara şahit olduğumu bilsen onlara değil bana kızarsın. O ışık yanık
kalsın da seni görsünler diye boşluğa el sallayıp duruyorsun. Kalktı
kardeşliğin gemisi bizim limanımızdan. Kabul et artık! Bak hala duruyor. İki de
bir Zühallerin kapıya bakma öyle mahzun. Olmuyor olmayınca. Düzelmediyse senden
değil ya. Çocuk, çocukluk etti, kalsın orda. Kaynanası ağlamadı, ardından senin
ağladığın kadar. İstanbul her sevenini basmıyor kucağına. Ne İstanbul şiirleri
bilirdi değil mi? İstanbul’a da şiirlerine de lanet okuyarak gitti şiir kız.
Kanadı kolu kırıldı da bir kini kırılmadı. Hançerleyip gitti. Yüzüne bakmazdım
ben olsam. Kimle görüştüğüm var ki zaten. Gidip giyineyim. Yüzüme bakınca üç
çocuk annesi değil yirmisinde genç kız gören Suna ablam, kimselere
söyleyemediğim hastalığımı sana nasıl diyeyim. Baksana şu aynadaki halime;
korku filminde çıkmış gibiyim, bacaklarımda morluklar, sarı, turuncu yara
izleri, içime işleyen sancı izleri, kulağımın üzerinden başlayıp yukarı çıkan
döküntü. Suna ablam; Zuhal şiir okur, gözün ışır be! Ben “Yine gam yükünün
kervanı…” diye başlayan türküyü söylerim ışıyan gözün yaşarır. O Türküdeki gam
yükünün kervanı gene geldi, hadi bölüşelim desem ne dersin? Abla ben ölsem mi?
Dediğimde tokat yemiş gibi sarsılmış sonrada bir şey söylemeden sarılıp
ağlamıştın. Şu aynadaki halimi görsen kızım deyip gene ferah sözler
söyleyebilir misin? Bu kadar iyi olma be abla! Bilmiyorlar. Bi daha bakayım,
kadın hala bekliyor. Yok, gitmeyecek bu, Sema olcak, kapıyı açıp da kötü bir
şey derse, ben yolarım o karıyı. Hemen giyineyim. E be ablam sen de sigaraya da
kızıyorsun. Yeni söndürdüm, kokacak artık biraz. Şu pencereyi açayım. Sese bak!
Ne oynuyor bizim kızlar öyle? Sek sek çizgilerinin arasında körebe, bu zamane
çocuklarına da akıl sır ermiyor yahu. Neyse şu kadını alayım içeri. Zühal’e de
bana da koymuş aşure. Onun köyün cevizi, bizim köyün fındığı derken…
Cümle aldı başını gitti. Kadın düştü yere. Düşte kaldırdı cümleyi
kadın. Koronun körebesi yeni oyunlar kurdu. Hep birlikte yeni tekerlemeler
söylediler. “ Kinini ve kibrini akılla örten körü kim ikna edebilir? İnandıran
ebee!
Kadından bir cümle düştü yere, çınardan bir yaprak, adı güz oldu.
İbrahim Eyibilir