22 Ocak 2018 Pazartesi


BEYHUDE DENEMELER 12: Savunma
Ne Sezai Karakoç'un ne İsmet Özel'in ne de benzerlerinin korumaya ya da savunulmağa ihtiyaçları olmadı hiçbir zaman. Anlaşılmak; tam yerinde ve zamanın anlamak belki de en büyük savunma olacaktır. Dün anlamadıklarımızı bugün anlıyor olmak hem dünü hem de bugünü kaybettiğimizin resmi değil midir? Düşünce ufkunu propaganda ve slogandan öteye taşıyamayan bir zihin, ancak taraftar esasıyla karşı tarafa taş ya da laf atacağı zaman tutunduğu kelime ve isimlerden ibaret sanacaktır bu engin düşünce ufku insanları. Beyhude bir tebessüm bırakıp geçmeli böylelerinin üstüne "selam" deyip geçer gibi...

13 Ocak 2018 Cumartesi


BEYHUDE DENEMELER: 11
Sizin hiç babanız ağladı mı?
Evet Cemal Süreyya babanın ölümüne bir cevap bulmuş, kör oldum. Bilmem babasının ağlamasını görmüş müdür? Umarım görmemiştir. Bir çocuk için baba, ağlayınca yaslanılacak dağ değil mi? Dağların devrilişi gibi bir baba ağlıyorsa çocuklar kör bile olamaz ki sevgili şair! Sizin babanız hiç ağladı mı bilmem? Benimki ağladı. Ne kör olabildim ne ölebildim. İçim bir mezarlık sessizliği, dağlar devrilirken içimdeki dervişin, dervişin sırtındaki merhametin kabri, kerpiç evin penceresine kıvrılan çocukluğum, içimin içine saklıyayım sizi ki kimsesizliğimin kimi kimsesi siz varsınız. Ne kör olabildim ne de ölebildim. Yaşamak yükü omuzlarımda ötesine geçemem neylersin verilmiş sözlerin mecburiyeti, kalbimin üstünde mekkeli bir yetimin babasızlığı var...
Ağlayan babaların ne hikayesini ne de şiirini yazabilir çocukları. Göğe ve dağa bakılabilir ancak uzun uzun...
(fotoğraf: yol ve çocuklar. 2014 bahçeden. i.e)

11 Ocak 2018 Perşembe

BEYHUDE DENEMELER 10 kin
Kini dini olanın imanı zayidir zannımca...
fotoğraf bahçeden 2014..


BEYHUDE DENEMELER 9
İlginç Zamanlar
Hani bir Çinli bilgeden bahsedilir, ilginç zamanlarda yaşayasın diye beddua ettiği söylenir. Böyle bir Çinli bilge var mıydı bu şekilde bir beddua etti mi bilmem. Varsa ve etmişse de yaşadığımız zamanda hükmünü yitirmiştir diye düşünüyorum. Hangi zaman diliminde gülüşler noter tasdikli dostluklar mahkeme onaylı olmuştur? Arkadaşlıklar ısmarlama akrabalıklar dekor komşuluk geçmiş zaman masalı...
ilginç zamanlar Çin malı kalır bu çağda sevgili bilge! Sen cüzzamlı leş görmüş it gibi kaçan gölgeleri görsen ya da damgalı eşek yaftası satılan çarşılardan geçsen o ilginç zamanları öpüp başına koyarsın bence... Yunusu tanısaydın keşke "göçtü kervan kaldık dağlar başında" yeterdi sana...
(fotoğraf evden 2014)

6 Ocak 2018 Cumartesi

BEYHUDE DENEMELER 8:  "Tanrıların Arabaları"na Binenler ve Bitmeyen Savruluşlar ya da Saçlarını Dağıtırsın gibi bir şey (kafası gönlü dağınık ve fena karışık bir yazı vs vs)
İlk itiraz içimdeydi. Dışa vuracak cesaretim yoktu sanırım yaşım da müsait değildi. İlkokul dördüncü sınıf öğrencisi bakın beni görüyorsunuz ama Allah'ı görebiliyor musunuz ? sorusuna verecek cevabı itiraz edecek cesareti yoktu. Açılan ilk yaraydı bu. Kırk yedi yaşındayım, o yürekte hissettiğim samimiyeti bir daha yakalayabilmek ümidi omzuma düşen yaşama yükünü hafifleten en önemli sebeplerden.  Benim o yaşımda sınıfta yaşadığımı bir kaç kuşak yaşamış, hidayet romanlarından öğrendim. İkinci itiraz yaralanma ya da kopuş ise yarıyıl  tatilinde elemtere öğrendim diyen sınıf arkadaşımın azarlanması ile oldu. "Her çocuk islam fıtratı üzere doğar" hadisini duyduğumda buna çok önceden iman etmiş olduğumu dahası yaşadığımı anladığımda çok mutlu olmuştum. Şüphe nura koşmaktır der eskiler eğer şüphe iyi bir rehberle ilerlemezse ışığa derken karanlık dehlizlere dolambaçlı yollara sapmak da mümkün. İki yıl Kuran kursuna gitmek başarısız bir hafızlık demesi o samimi fıtratın getirdiği sonuçlardı. Peşimden ayrılmayan, camiye hiç gitmediği halde cami avlusuna kadar gelip beni kurtarmaya(!) çalışan bir şüphe ekenim vardı. Bendeki merak her çocukta olduğu gibi saf filozofçaydı. Göğe gerçekten dokunup dokunamayacağımı öğrenmek için yamacına kurulu köyümden tepenin en zirvesine çıkıp zıplayarak denemek ve dokunamayacağını yaşayarak öğrenmek. Bu netlikte her şeyi anlamak bilmek istiyordum. İçime atılan şüphe tohumu her uyarıcıda yeniden yeşerip büyüyordu. Televizyonda oynayan bir çizgi film; sudan çıkan bir balığın aşama aşama yürümesi ve insana dönüşmesi, çocuk dergisinde görülen maymun insan arası çizimler hepsi içimdeki şüpheyi büyütüyordu. İki yıl kuran kursu yetmedi. Yetmediği o zamandan belliydi, haftada bir dışarı çıkabildiğimiz cuma namazı izninde sela ezan arası gazete bayisine gidip yasak olan çocuk dergileri Örümcek Adam çizgi romanlarını alıp gömleğin içine saklamam bu arayışın sonuçlarıydı diye düşünüyorum. İki yıl sonra İmam Hatip lisesinin kapısındaydım. Sınıftakilere göre iki yaş büyüktüm evden ayrıydım yalnızdım içine kapanıktım biteviye aşıktım bir de aklımda zalim bir şüphe ve henüz İsmet özel'i keşfetmemiştim daha...
   
Hayatınızda sizi en çok etkileyen kitap hangisidir diye bir soru vardır ya benim o soruya verebileceğim cevap sanırım yukarıda resmini gördüğünüz kitap olacaktır. Şemsettin Akbulut'un o zamanki Yeni Asya yayınlarından çıkan kitabı.( Bahsettiğim yıllar seksen bir ve sonrasında geçen altı yedi yıl...)  Matematikten hiç anlamadığım halde - sadece okuma ve yazma bilmemizin yettiği bir köy okundan mezundum arayı sınıfı geçebilecek kadar kapatabildim buna rağmen- Septilyonda bir, on üzeri yirmi altı nedir bunları çok iyi anlıyordum. Bu kitapta o zamanın en önemli propaganda aracı olan bir kitaba cevap olarak hazırlanmış ve içimdeki şüpheyi zıplayarak dokunamadığım gökyüzü kadar berrak bir şekilde yok etmişti. 
Türlerin Kökeni (komik olanı ben bunu ilk duyduğumda -ortaokul iki falan- Türklerin Kökeni sanmıştım:) daha sonra bu kitapla karşılaştığımda Şemsettin Akbulut'un  kitabı imdada yetişmişti. İçimin durulması için hafta sonları risale derslerine giderken Kuran kursuna giderken  edindiğim alışkanlık devam ediyordu gazete bayisine gidip dergi alıyordum. (tamam ergendik de öyle gidip pornoğrafik dergiler almıyorduk tabii) aklımda kalan müzik magazin dergileri mesela o zaman Saçak diye bir haber dergisi vardı onu alıyordum. Abdülhamite kızıl sultan diyen dergiyi İmam hatip  yurduna sokmak iş değil ama yasak ve cazibe her zaman galip. Can siperhane Cennet mekan sultanımızı savunuyorduk ama Üstat Sait Nursi de sultana istibdat isnat ettiği için ( düpedüz diktatör dediği için ) akıl hastahanesine düştüğünü biliyordum. İçimdeki zalım şüphe gene havalandı benim ve hala İsmet Özelden haberim yoktu. Lise bir öğrencisi tuğla gibi kalın Cemal Kutay kitaplarını bunun için okuyordu sanırım ha bi de Rızanurun yasaklı kitabını okuyordu. Cemal Kutay çok faydalı oldu da diğeri çapkınlığın el kitabı gibi birşeydi tamamen hayal kırıklığı yani. Propaganda ve karşı propaganda içimde tepinirken ergen yanım şiir yazıyordu. Sınıf gazetesi çıkartıyor yetmezse okul panosuna asılmış Ziya Gökalp'in "ezanlar türkçe okunusun" mısralı şiirini yırtıp olay çıkartıyor falan. Artık durulduğumu farzedip bir gazetede köşe yazarı olmayı hayal eder olmuştum. Ben bir taraftım propaganda ve kavga ve polemik için diş bileyen bir heyecan belki de hezeyandım neyse...
"Tanrıların Arabaları" en az " Türlerin Kökeni" kadar ağır bir propaganda silahı idi ben onunla tanıştığımda artık bir ödev okur gibi okuyordum. Biliyordum ki içimdeki fıtrat dediğim ne varsa öldürmek dinin geçmişin masalları ve toplmların afyonu sloganının propaganda silahıydı. Okuduktan sonra iddianın tam tersine son dinin hak olduğuna ve anlatılanların geçmişteki bozulmuş dinlerdeki ilahi izler diye izah edecek  karşı propaganda bile geliştiriyordum. iki koro vardı karşılıklı şarkı söylüyorlardı ben de o korolardan birinde yer almış  şarkımıza eşlik ediyordum. 
Lise biterken yoruldum sanıyorum koroyu bırakıp şiire kaçtım. Anlayamadığım   Sezai Karakoç şiirlerini anlamak için başka kitaplar okumalıydım. 
Üniversiteye geldiğimde içime o şüpheyi atana teşekkür etmek istedim. Üniversite deyince ne hayal ettimse artık, seviye ilkokul üstü lise altı bir yerlerde ben de ise o kavga bitmiş hepimizin tarafı aynı zaman doksanları vuruyor herkesin paranın ve kadının peşinde. Edebiyat son sığınağım ve İsmet özel ve Cemil Meriç bitmeyen sarhoşluğum.  İyi bir şair olamayacağımı farkettiğimde kendimi kısa hikayeye teslim ediyorum. 
Yirmi dört yaşında öğretmenliğe başladığımda hayatı fethettiğime hükmetmeme ramak kala hiç bir şey olmadığımı yeniden keşfediyorum. Burada da kendime bir karşı propaganda buluyorum panoya bildiri asıyor ben yasak diye kaldırıyorum. Çalışma arkadaşım bayanla tartışıp olay oluyorum. İçimde hiç büyümeyen o ergenle yüzleşip yüzüne tükürmek isteyip uzlaşmayı seçiyorum. Belki o yıllardaki en önemli keşfim "muhbir vatandaş"lığı reddetmemdi. Propagandanın şehvetiyle çıkardığım olaydan etkilenen müfettiş fikrine karşı olduğum adamın aleyhinde ifade vermemi istedi. İçimdeki göğe koşan o çocuk maviye çağırdı. Çocuğa uydum iftira atmayı yani sayın muhbir vatandaş olmayı reddettim. Sonuçta cezayı ben aldım. 
Bunları niye mi yazıyorum, dedim ya yaşım kırk yedi bütün iddialarımdan vuruldum. Beyhude söylenip duruyorum uzun zamandır. Bu zamanın yenilgisini dün yaşadıklarımdan okuyorum. Derken yirmi sekiz şubat geldi. O zamana kadar fişten okulda çocuklara öğrettiğim cümleleri anlayan ben bunun başka anlamları olduğunu da Gebze de bir aylık askerliğimde anladım. Herkesin laylay lom gezdiği dönemde iki yüz doksan dört ihl mezunu, rus artığı azeri kılıklı bir adamın elinde günlerce süründüğünde fişlenmek neymiş o zaman öğrendim.  Bir aylık o dehşetten sonra güney doğunun en ücrasına güle oynaya gittim desem abartmış olmam...
 Deneme kılıklı bu hatırayı yazdıran sebeplere gelsem artık değil mi? Kırk yedi yaşında ve işsizim. Yani düşünmeye vaktim oldu. Düşünmenin sonunda düşünce tarihimiz olmadığını gördüm. Tanzimattan bu yana evet bu klişe oldu şöyle de denebilir son üç yüz yıldır sloganlarımızın kavgasını veriyoruz sanırım. Propaganda, son dönemde buna reklam da diyebiliriz her şeyimizin ortasından geçiyor, korolar şarkı söylüyor ben susuyorum. 
Yoksa yirmi sekiz şubatta ikna odalarında açılmayan başörtüsü müslüman ağızların propagandası ile bilmem kaç asırdır tefsir edilen ayetin yanlışlığını yanlış anlaşılıp yanlış tefsir edildiğini ortaya koyarak saçlar fora diyen düşünce değişimi  başka nasıl izah edilecek. Sümerlilerde kötü kadın(!)lar kullanılırdı diyen propaganda seksenlerde doksanlarda fısıltıyla söylenen Marksist bir slogan iken bu gün müslüman ağızlarda geveleniyor olması neyle izah edilebilir. Tanrıların Arabaları herşeyi uzaylıların başlattığını söylüyordu Türlerin Kökeni maymun atalarımızı(!) anlatıyordu. Müslüman ağızlar kabenin kibeleden gelebileceğini ademin tek olmadığını vazeder oldu. Seküler bir iman etme ettirme çabası. Günümüze kadar gelen bütün yorumları hurefe çuvalına koyup bir kenara atarken kendi yorumlarını onaylamayanları da şirk, münafık, akılsız, cahil vb sopalarla dövmeye hazır bekleyen propaganda. Selman Rüşti şeytan ayetlerini yazdığında öldürmek için köşe bucak arayanlar kuranı  kendine göre matematiksel şaplonlarla ölçüp  uymayan yanlarını şüpheyle karşılayana gık dememeleri... ahir zaman değil mi? 
Maonun çocukları ellerine tutuştutrulan tetikçinin el kitabını kültür devrimi diyerek okuyup sokaklarda insan avına çıkmışlardı. Medeniyetin bütün kodlarına; tasavvuf, fıkıh, edebiyat, yunus, mevlana, pir sultan, karacoğlan.... Yalın kılıç şirk şirk diye dalanlar bana maonun çocuklarını hatırlatıyor...
Ve daha neler neler... Kırk yedi yaşındayım bu zamana kadar dinin hiç bir zaman dindarlar tarafından böyle zedelendiğini görmemiştim. İçimdeki çocuk göğe koşmaktan yoruldu, propaganda öldü ve hepimiz iddiamızdan vurulduk yeniden...

 FOTOĞRAF HİKAYESİ 35 (yedi iklimde ve bir ortak kitap çalışmasında yayınlanan yazı i.e) 1984’TE ZORBA VE DİL             Bin dokuz yüz do...