27 Mayıs 2017 Cumartesi

                 Beyhude Denemeler 5: Ramazana dair... (geçen yıl ramazan ayında Yedi İklim Dergisi'nde yayınlanan bir deneme. hayırlı ramazanlar niyetine... i.e)                                         



Eskimeyen Eski Ramazanlar
“Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk, nereye gitsen gitmiyor.”  Edip Cansever
Gökyüzüne baktığında yerinde olmadığını görsen, kendini sekizinci katın balkonundan sarkan, tekini kaybetmiş bebek patiğine bakarken bulsan? İşte o zaman patiğin hikâyesinde göğünü ararsın. Gitmelerin şarkısına tutunursun ki bilirsin faturalara tutturulmuş raptiyeler gibi iğretidir şarkıların. Önceden sıkıcı, banal bulduğun sorulardan bir yanık kokusu yükselir, şaşırırsın... Mesela " Ahh nerede o eski Ramazanlar!" tanıdık bir gökyüzünü çağırır gözlerine, burnun sızlar, bir ahh da sen eklersin. Kimseye anlatmak istemezsin onlar da anlamak istemeyecektir zaten... Kabul edersin orta yaşı geçtiğini, Ramazan’ın her mevsimde ayrı gelişini hatırlarsın; tek kanallı televizyonlarda Karagöz Hacivat, cami avlusunda lokum şerbet vardır. Henüz iftarın vaktini, teravihin sayısını şaşırtmayı dine hizmet sanan hocalar icat olmamıştır. Kalbimizle gelmişizdir, aklımız başımıza geldiğinde, şaşırmamıştır inandıklarımıza.
İkindi vakti kokudan bir kervan kalkar sokaklardan; fırından yükselen pide kokusuna, Ayşe Teyze'nin pişirdiği yayla çorbasından kekik, nane, yarpuz kokusu katılır. Akşama misafir bekleyen Elif Hala, erkenden eritmeye başlamıştır tereyağını, koku kervanı bir olup üstüne gelir. Yutkunursun. En fakir evden en zenginine kadar tüm sofralar bir ziyafettir. Ramazan’ın bir yılın her mevsimini gezdiğini görmüşsen, üstünde dolaşan gök gibi çocukluk mevsimindekine takılır kalırsın. Oysa şimdi sofra daha zengindir, ziyafetler oteller boyu, gene de bir şey eksiktir. Şaşırırsın. İftar vakti suya koşuşların, tulumbadan içtiğin soğuk suyun tadı yoktur ısmarlama şilelerde. Her şeyde bir naylon, plastik tadı damağına vurur. Şimdi her şey parmakların ucundadır; komşu Raziye Abla'nın kapısını çalmaktan daha kolaydır Afrika da bir fukaraya ulaşmak. Paramız çok ya! Sahurunu Selimiye'de yaptığımız orucun iftarını Süleymaniye'de açarız. Akıllı telefonumuzun entır tuşu yeter vicdanımızın mutmain olmasına. Bağışımızı yapmışız büyükleri de "alolamışız" iyi ama ağzımızdan gitmeyen bu plastik tat ne?
Bizim zamanımız diye baktığın fotoğraftır belki ilk yanıldığın yer. Sonrasında kirlenmeye başlayan gökyüzü, ufku kaplayan karabulutlar büyüyüp yaşlandığını ya da kirlendiğini kendine söyleyemeyişindir. Seninle kirlenen ne varsa tesellin olur. Olgunlaşırsın ve anlarsın çocuk saflığının samimiyeti gelmeyecektir. Eski diye andığın ne varsa eskimeyen o gelmeyendir.

Şimdinin eskimeyen Ramazanlarını yaşayanlarına bakınca fark edersin; bunlar da eskidiklerini unutup eski Ramazanlar sayıklarlar mı diye iç geçirirsin. Ekranlara bıraktıkları izlerin peşine düşerler belki çocukluklarının kokusu sinmiştir diye. Önce kendine anlatırsın samimiyet adlı kumaşı eskitmemen gerektiğini. Sonra küçük meleklerin ellerine koyarsın serçe ürkekliği sinmiş eskimeyen vaktin güzelliğini. Avucunu açtığında, sabah babaannesine sattığı orucun karşılığını ya da nane kokulu bir şeker bulur. Yıllar sonra hala tebessümle anılır düşler konar ikindi vakti iftarı bekleyen çocukların gözlerinin saçaklarına. Gözlerine bakınca senin göğüne kanat çırpan turnalar görürsün, sözün biter, susarsın.



 FOTOĞRAF HİKAYESİ 35 (yedi iklimde ve bir ortak kitap çalışmasında yayınlanan yazı i.e) 1984’TE ZORBA VE DİL             Bin dokuz yüz do...